28 Mayıs 2012 Pazartesi

bilmez miyim hiç*

Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
Kıyılar da bomboş, kır yolları da
Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
Yol kenarında bir kapı, tahta
Peki, kim yitirmiş evini, ya da
Hangi yitikle yok olmuş o yapı
Kimbilir
Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
Bir taşın üstüne oturuyorum
Ben oturur oturmaz
Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan
Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
Ve işin tuhafı bense
Alışıyorum gittikçe
Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
Ve bu yüzden mi bilmem
Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
Kuşlar gibi, onlar da
Benimse ne gidecegim bir yer
Ne de özlediğim bir şey var
Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.

Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
Çıkageliyor sonra, saat on iki.

Anlıyorum
Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
Yalnızca bunun için uzun
Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
Örneğin
Bir sevgiyi yontup onarmak için
Döğüşmek de sevgidir
Ve benim bildiğim kadarıyla
Her şeydir bir insan, her şeydir
Yalandır kısalığı yaşamın
Ve özellikle insan dediğimiz şey
İnançli bir insan soyunun parçasıysa.

Sonunda başbasa kalıyoruz gene
Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
On temmuz cumartesi
Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
Ve yağmur hızlanıyor biraz
Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum
Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum.



EDİP CANSEVER

acaba


Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah kalbin bulut bulut akan sesi.

Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş bir semtte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin ama her şeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç alınan.

Yürüyor mu yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa?

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi?

Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.


Edip Cansever

24 Mayıs 2012 Perşembe

Anlamın tam ortasına


"her şeyden önce, unutma ki sevişmek gibi bir şeydir şiir yazmak: 
duyduğu tadın paylaşılıp paylaşılmadığını hiç bilemez insan." Pavese



21 Mayıs 2012 Pazartesi

sevgilerimle

bazı sorularım var.
bazı sorunlarım da var.
bazı soruların sorun olduğu zamanlarım da var.

şuan hangisindeyim bilmiyorum ama içimi kemiren bir şeyler var. açık olamam. üstü kapalı soyut bir anlatımla şöyle diyebilirim ki sadece yazmanın anlamlı olduğu zamanlar var.

bir bakıma hepimiz benciliz. kabul ediyorum. kimsenin bunu inkarına lüzum yok. ancak diyorum ki paylaşımların çift taraflılığını anlamanın yolları neler?

sonra bir arkadaşımla karşılaşıyorum okulda. "dur hemen merhaba deyip kaçma" diyor. diyor ve ayvayı yiyor. çünkü şu aralar bir dokunan bin ah işitiyor. oturuyoruz adam akıllı konuşmaya. benim de canım sıkkın diyor, gözlerimden okunan moral bozukluğuna de eki getirdiği cümlesiyle. şaşırmıyorum. bir kaç gündür bunu yüzüme bakan-yanımdan geçen herkes anlıyor.

mesela bu his genelde dolmuşta koluma yanlışlıkla dokunan hanımefendinin yüzüne çantayı geçirme isteğimi güçlendiriyor. taksim meydanında "bir kaç dakikanı ayırabilir misin?" diye bile sormuyor, genç kuşağım. anneannem arıyor "aman kızım derslerini ihmal etme sen. ben yine yanına gelicem. sakın üzülme." diyor ki o an derslerimi ihmal ettiğim, canım sıkkın deyip sınıfı terk ettiğim için utanıyorum. neyse onlar çok derinlerin duygusalları. vicdan azabına henüz gelmiyorum.

şimdi murathan mungan şiirlerinin tam sırası deyip kitabı elime alacak hal bulamadan, aklımda kalan dizelerden medet umuyorum ki bu halin hali hazırda pozitif hiç bir karşılığı yok.

savaş filmleri ve harry potter serisi yeniden gündeme geliyor. Deniz, sürekli en iyi savaş filmini önerme noktasında yeni bir soluk bulmaya çabalıyor. oysa ihtiyacım olan sadece biraz ölüm ve içimin akmayan kanını görmek. bunları veren her filme razıyım. bunu ona açıklamayı denemiyorum. kuşkusuz gerekli de değil. onun yerine okul çıkışı eve geç gelmesini bahane ederek çıkışmayı tercih ediyorum. bu da en iyi savaş filmi kadar etkili. kardeşler şamar oğlanlarıdır. inkar etmiyorum.

bir de annem var ki dillere destan bir durum alıyor endişesi. yarım saat aralıkların bile ses tonumun şüpheci üzüntüsüne göre kısalma gösterdiği sıklıklarda telefonum çalıyor. aramak için bulduğu bahanelerin içinde köfte yapmak için ekmek ufalanmasından ki bunu en son ne zaman yaptığını bile hatırladığını sanmıyorum, Türksat faturasının numarasına, Deniz'in gideceği basket maçının benimle hiç ilgisi olmayan bilet trafiğinden, adliyede takip ettiği tüm belgeli-belgesiz işlere kadar uzun bir herşey listesi var. bazen bahanelerinin zekamı küçümseyecek boyutta olmasıyla kırılıyorum tabi ama annemdir yapar'a sığınıp geçiyorum.

her şey birbirinin yerini alıyor. müthiş bir zaman doldurma trafiği var.

sebepsiz yere kızmıyorum belki ama sebepsiz yere çok ağlıyorum. korkuyorlar. sonra korkmayın bir şeyim yok diyerek kalanları sakinleştiriyorum. bunlar da zaman doldurur. hem de güzel doldurur. bir kez atlarsam bu zamanları değerini bilmediğim için pişman olurmuşum gibi hissediyorum. sarılıyorum. birlikte uyuyoruz. geceleri karabasana dönüşüyorlar. kabuslar tüm evi sarıyor. sabah olduğunda herkes uykusunun en korkunç anlarını paylaşıyor. paylaşımın iyisi kötüsü olmaz.

ne kadar sürer bilmiyorum. ne zaman geçer bilmiyorum. geçer mi bilmiyorum. ağrı kesicilerin bir halta yaradığı yok.

buna rağmen bilmesem de olurmuş demiyorum. bilmek her zaman önemli. üstelik elimde kalanlar değerli.

3 günde 3 kilo verdirten diyeti de aynı dönemlerde keşfediyorum. bir şey yemeyin dostlarım bazen duygularda boğazınıza kadar doymanıza neden olabiliyor. sağlam olmayan kafada sağlam vücut bu yüzden olmuyor.

uçup giden şeylere sevgilerimle.
derya.