güneşin her şeyi mutlulukla aydınlattığını belirtmişti.
Bu doğruysa, benim iç güneşim de şimdi her şeyi güzelleştiriyordu..."
Zezé'yle tanışmam malesef küçük yaşımda olmadı. ama kitabı bitirdiğim gün karar verdim, bir gün kendi çocuğum olursa onu mutlaka Zezé'yle erken yaşta tanıştıracaktım. hem sadece onu da değil-arkadaşlarıma-fikrime güvenenlere Zezé'yi anlatacaktım.
José mauro anlatımı beni almıştı. kitabın sayfalarında-hikayenin içindeydim. Zezé'nin üzüntüsünü kalbimde hissediyordum. üstelik dünyaya karşı öfkemin yoğun olduğu zamanlarda artık kendim için bile üzülmeyi bırakmışken...
Zezé öyle şeyler anlatıyordu ki içimde aradığım şefkati-bazen öfkeyi ama derinlerde hep umudu buluyordum. Zeze'nin değil kendi umudumu. nasıl desem sanki ben Zezé'ye sarılmalıydım. Birlikte soğuk kış günü kitabı okuduğum o parkta birlikte ısınmalıydık.
...
-sorun şu, dayıcığım: çok küçükken, içimde şarkı söyleyen bir kuş olduğunu, şarkıyı onun söylediğini sanırdım.
-eh, insanın böyle bir kuşa sahip olması harika bir şey.
-anlamadınız.artık kuşuma pek inanmıyorum.ancak içimden konuştuğum ve kendi içimi gördüğüm zaman oldu bu değişiklik.
durumu kavradı ve şaşkınlığıma güldü:
-açıklayayım Zezé. bu değişimin ne olduğunu biliyor musun? büyümektesin demektir.
...
-anlıyorum ya kuş?
-kuş, ulu tanrı tarafından küçük çocukların,nesneleri keşfetmelerine yardımcı olmak için yaratılmıştır. gereği kalmayınca, çocuk, kuşu ulu tanrıya geri verir.ulu tanrıda kuşu, senin gibi akıllı olan başka bir çocuğun içine yerleştirir. güzel, değil mi?
...
doğruca şeker portakalımın yanına gittim.
-Xururuca, bir şey yapacağız.
-nasıl bir şey?
-birlikte biraz bekleyeceğiz.
-kabul.
oturdum başımı onun cılız gövdesine yasladım.
-neyi bekleyeceğiz, Zezé?
-gökyüzünden güzel bir bulutun geçmesini.
-ne yapacağız onu görünce?
-kuşumu bırakacağız. evet artık ona gerek kalmadı.
gökyüzüne baktım. "işte şu,Minguinho," dedim ve ayağa kalktım. çok duygulanmıştım. gömleğimin önünü açtım.
-bak, Minguinho.
kuşumun cılız göğsümden koptuğunu hissettim.
-uç, küçük kuşum,yükseklere uç. uç da tanrının parmağına kon. tanrı seni başka bir küçük çocuğa yollayacak. benim için şarkı söylediğin gibi onun için de söyleyeceksin. hoşçakal,benim güzel kuşum!
içimde büyük bir boşluk hissettim.
-bak, Zezé. bulutun parmağına kondu.
...
-.Xururuca?
-ne var?
-ağlamak kötü bir şey mi?
-ağlamak hiç bir zaman kötü değildir,budala.neden sordun?
-bilmiyorum. bir türlü alışamadım. sanki yüreğim boş bir kafes...
...
sizinkini bilmem ama benim de küçükken tam da böyle bir kuşum vardı. sadece şarkı söylemez konuşurdu da. bana akıl verirdi. dertleşirdik. dinlerdi-anlatırdı, uzun uzun. sonra vedalaştık tabi. ben de onu gökyüzüne bırakarak çıkarmıştım yüreğimden. küçük bir ışık demeti uzaklaşmıştı aklımdan. aydınlanan bir yanım bütünüyle kararmıştı. çocuk değildim artık.
sonra okul meseleleri başladı. hiç bir zaman şeker portakalı okutulmadı bana okulda veya küçük kara balığın lafı bile edilmedi. annem de gece masallarında "kuzucuklar" diye bir kitabı tercih ederdi. bazen başka kitaplar ama hiç Zezé yoktu içinde veya martı jonathan... bu yüzden belki de onlarla tanışmak geç oldu. ama tanıştım, iyi ki tanıştım. ahlak anlayışımı şimdi ülkemde konuşulan soruşturma hikayelerini dinlerken sızlatacak kadar derin etkilediler beni.

moralim bozuk olduğunda kitaplarımı seviyorum. okşamak gibi, ciddi ciddi sayfalarını şefkatle çevirerek veya bazen sarılarak... tabi çoğu zaman okuyarak seviyorum. bu da benim motivasyon şeklim-bu da benim kendimi mutlu hissetme yöntemim. ve birileri en sevdiklerime dil uzattıklarında... işte o zaman kan beynime sıçrıyor. kimin sıçramaz ki. mesela güzel ülkemde biri, Zezé'yi, edepsiz bulmuş. bak sen... okur yazarlığın kalıpsal çizgisinin- kelimenin en sevdiğim tam anlamıyla örümcek kafalı' bedenlerde yerleşmiş o korkunç bir adım ileri gidemezliğiyle kahroluyorum.
anlamıyorum...
canım acıyor.
"şimdi acının gerçekten ne olduğunu biliyorum. ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. acı,insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."
umarım zamanın bir yerinde güzel ülkemin güzel insanları beyinlerimizi böyle sarsmaktan vazgeçerler. ben de bu ülkenin parçası olmaktan gurur duyarım...
belki...
bir gün...
fakat şuan tehlikenin farkında mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder