31 Ağustos 2013 Cumartesi

OFELYA*



Üzüntülerimden biri de, Fransızca bilmediğim için Rimbaud'yu kendi dilinde okuyamamak.

Geçtiği coğrafyaları takip etmek zor ama anlatımı içinde kaybolmak o kadar kolay ki... Çağlar ve yollar atlayarak gecelerimize gelen bu adam: "Hep iki tanrıçaya tapmaya and içiyorum: ilham perisi ve hürriyet..." diyor, kısa ömrünün gencecik yıllarında. Hürriyetlerimizi isterken yanımıza ve sahip çıkmak için direnirken insanca yaşamamızın gerekleri adına biliyorum ki ihtiyacımız var ilham perisine de. Kelimeler güçlenir bilekler zayıfladığında ve anlatmaya uğraşırken derdimizi her soru ve cevap daha da önem kazanıyor düşünsel yolumuzda. 


İki insan, bir cümleden onlarca farklı anlam çıkarırken... 
Anlaşabilmek... 
Mümkün mü, bilmiyorum. 
Ustalardan beslenerek buluyoruz kendi yolumuzu da. 
Benim en sevdiklerimdendir Ofelya...





           Ofelya

Yıldızların uyuduğu, sessiz, kara                       
Dalgalarda Ofelya iri bir zambak, 
Yüzüyor duvaklı, uzanmış sulara... 
-Avcı borularının ezgisinde bak.

Bin yıl geçti, Ofelya yine üzgün, 
Uzun sularda kefen gibi akıyor. 
Bin yıldır, gündüz gece, deli gönlünün 
Hüznünü meltem yellerine döküyor. 

Açıp sularda salınan tüllerini 
Beyaz göğüslerini öpüyor rüzgar, 
Söğütler eğmiş omzuna dallarını 
Ağlıyor. Uykulu alnında kamışlar. 

Yöresinde üzgün nilüferler bazan 
Dağıtıyor Ofelya kızılağacın uykusunu, 
Bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan 
-Salıyor yıldızların altın şarkısını. 

Sen ey solgun Ofelya, kar gibi güzel! 
Sulara gelin oldun ergen çağlarda! 
-Çünkü Norveç doruklarında esen yel 
Acı özgürlüğün tadını öğretti sana: 

Savuran bir soluk gür perçemlerini 
Büyüyordu düşlerinin akışında; 
Dinliyordun doğanın ezgilerini 
Ağacın, gecelerin yakınışında; 

Çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin 
O tatlı, çocuk göğsüne vuruyordu; 
Bir nisan sabahı, yorgun bir atlı senin 
Dizlerinde sessizce oturuyordu! 

Gök! Aşk! Özgürlük! Bu nasıl düş Deli Kız! 
Güneş vuran kar gibi eriyip gittin; 
Konuşma, sus! Seviyi bizlere dilsiz 
O mavi gözlerinle çoktan öğrettin! 

-Ve diyor ki Ozan: Aydın gecelerde 
Ofelyam çiçekler devşiriyorsun; 
Hep böyle yüz, ak gelinliğinle suda 
Dalgalar beşiğini sallayıp dursun. 

(15 Mayıs 1870) 
(Fransızcadan çeviren:Erdoğan Alkan)
Arthur Rimbaud

22 Ağustos 2013 Perşembe

Haziran*

Aşktır, yırtıldı yırtılacak bir anı gibi 
eski sesli haziranın tam ortasından, 
tam duyuldu duyulacak derken yalnızlığın 
sesi aşktır, açılır bir şiirin her yerinde: 
-Yalnızlık kokuyorsun demiş miydi Edip Bey, 
öyleyse haziran kokuyorsun demiştir bir de 
şunu: Bir anıya bir başka anıdan ne 
kalır, elbet aşkın ortasında haziran kalır! 
Bir yazı bile şurda-burda birlikte 
tamamlamadan henüz, bir yaz daha 
çıkarma telaşından sakın! Ne haziran 
kalır geriye ne o adamla kadın! 
Şimdiden teşekkürler bir anıyı böyle 
dayanıklı kılan iyiliğine, aşkın 
ve haziranın trenini kaçırma, ocakta 
ateşçi ol ve öv onu, hızlı geçen 
şubatta yavaşlığına bak kırların, martta 
makas değiştir, istasyonda bekleyen çocuğu 
benim için öp, o senin çocukluğun! 
Mayısı havalandır, sonrası hazirandır... 

Hazirandır, yalnızlık gibi aşkın ortasındadır. 


Haydar ERGÜLEN 

(40 ŞİİR VE BİR...) 


16 Ağustos 2013 Cuma

Mad Girl's Love Song*


i shut my eyes and all the world drops dead; 
i lift my lids and all is born again. 
(i think i made you up inside my head.) 

the stars go waltzing out in blue and red, 
and arbitrary blackness gallops in: 
i shut my eyes and all the world drops dead. 

i dreamed that you bewitched me into bed 
and sung me moon-struck, kissed me quite insane. 
(i think i made you up inside my head.) 

god topples from the sky, hell's fires fade: 
exit seraphim and satan's men: 
i shut my eyes and all the world drops dead. 

i fancied you'd return the way you said, 
but i grow old and i forget your name. 
(i think i made you up inside my head.) 

i should have loved a thunderbird instead; 
at least when spring comes they roar back again. 
i shut my eyes and all the world drops dead. 
(i think i made you up inside my head.)

Sylvia Plath 


  • "Mad Girl's Love Song" is a poem written by Sylvia Plath in 1951, while she was a student at Smith College. It is written in the villanelle poetic form and is generally included in the biographical note appended to Plath's novel, The Bell Jar.

  • "god, who am i? i sit in the library tonight, the lights glaring overhead, the fan whirling loudly. girls, girls everywhere, reading books. intent faces, flesh pink, white yellow. and i sit here without identity: faceles. my head aches..i'm lost.." journals, september 1950

15 Ağustos 2013 Perşembe

Yarı Parçan...

Aşık olunacak kadınlar arasında ilk sıralardadır Leyla Erbil, 
Neden mi?

"15 Mayıs 1954
Ankara
Leylâ, Canım,
Kayb, berbat ve sessizim... Sessiz ve dolu: Allahtan ki sen varsın. Yoksa halim korkunçtu. 
Burası bir köy! Yakınlarımın bütün ısrar ve gayretine rağmen, hemen anneme gideceğim. Pazartesiye trendeyim. Eve gidince senin mektubunu bulmalıyım. Anneme ilk sorum o olacak zaten.
Sen nasılsın ömrüm? Son telefonda canını sıktım mı? Ben artık annenden korkmuyorum. Aksine onu, kendi annemmiş gibi seviyorum. Buna ne dersin?
Hınca hınç mısra doluyum. Kara ve yeşil fon, hepsinde hâkim. Biraz kendime geleyim, mendillerine, bluzlarına, yastığına mısralar serpeyim. Ha?
Fotoğrafındaki “halbuki...”yi hâlâ anlayabilmiş değilim. Anlatır mısın?
Bütün bunlar, beyhude biliyorum. Şaheser olan, benim uçakla oraya gelebilmemdir. Allah kahretsin, bu hastalık, bu rezaletler ve bu aile mecburiyetleri... Ne yapsam?
Gözlerinden öperim canım. En çok da burnundan. Gülme, ciddi söylüyorum. 
Yarı parçan..."

Ahmet Arif

(Leyla Erbil'e mektuplar)


NOT: Leyla Erbil'den, "biz ne olacağız? bizim yaşadıklarımız ne olacak? hiç yaşamamış mı sayacaklar bizi? onca geçirilip göçülenden bir şeyler kalmalı; her ne kadar, 'el hayru fi ma vakaa' derlerse de iş sona erince dönüp sorarız boşuna mı geçirdik bunca yıl sırtımızdan vapurları?

insanlar, insanlar, insanlar. şimdi salt insanlar ilgilendiriyor beni. ne büyük bir zenginlik. yeni bir insan tanıyınca başım dönüyor. nasıl olduğunu, neler yapabileceğini anlayana kadar. başımı döndürüyor gerçekten insanlar.”



NOT2: Mektup Aşkları'ndan:
“aşkın ne olduğunu ne olmadığını hala anlayabilmiş değilim ferhundeciğim. bana akıllı, zeki, güzel olduğumu söyleyenlere bazen içimden “ ee peki sana ne!” diyorum, bazen de kendi kendime soruyorum: güzel olsam bile (onlara öyle gelse bile gerçekten) benden daha güzel olanlarla karşılaştıklarında ne olacak? benden daha zekisi, daha dürüstü, daha üstünü diyelim, bulduklarında beni bir kenara iteceklerse bunun adına niye sevgi diyeceğim ve ben de onlara ( ya da muhayyel o’na) ben de seni seviyorum diyeceğim. bu ne kadar ucuz, ne kadar sıradan bir olgu.... ben mutlak olanı, kalıcı ve sürekli olanı isteyebilirim ancak ama mutlak olan diye bir şey var mı dostum?”


“nasıl oldu da bir kadınla bir erkek arasında temiz ve ebedi bir aşkın mevcut olduğuna inandık biz?... peki ama, eğer aşk yoksa, benim içimde küçücük bir kızkenden beri var olan o duygu neydi? onlar bile aşk’ın var olduğunu ispata yetmez mi? benim, senin ve bütün kadınların arzuladığı, beklediği şeyin, aşk’ın var olmadığını değil, var olduğunu ispat etmiyor mu o duygular? yoksa sadece bize, kadınlığa mahsus bir duygu mudur aşk?”


NOT3: "iyi güçtür, baş eğdirmeyen umut"

NOT4: Cüce'den:

" usul usul erimeye koyuldu direncin, insanlara beslediğin eski sevecenliğinin yerini bir süre evde yapma ‘kalp şarabı’ aldı, bulantını bastırmak için.

kalp şarabı:

on tane taze maydanoz sapı temizce yıkanır, yapraklarıyla birlikte. bir litre doğal şaraba eklenir. o eklendikten sonra iki yemek kaşığı doğal üzüm sirkesi eklenir ve ağır ateşte on dakika kaynatılır. (dikkat taşar) bu durumda üç yüz gram doğal bal eklenir ve dört dakika daha hafifçe kaynatılır. sıcak kalp şarabı süzülür ve önceden yüksek dereceli alkolle çalkalanmış olan şişeye doldurulur. şişenin ağzı çok iyi kapatılmalıdır. şişenin dibinde biriken tortu zararlı değildir ve birlikte dikilir. zayıf kalplere, kalp yorgunluğuna, koroner yetmezliğine, merhametten doğmuş olan çifte kalbe, topluma duyulan tiksintiden oluşmuş üç kalbe, beş kalbe, semavi ve sevdai nedenlerle sürekli kalp sancısı çekenlere önerilen bu kalp şarabını da denedin uzunca bir süre…

bunca insanın dile getirdiği ‘ya uymak ya yok olmak’ öğüdüne kulak asmıyor görünsen de şu bilinmezlik - sizlerin de ayırdına çoktan varmış olacağınız biçimde -, akorsuz iki kalp taşıyan bir insana dönüştürmüştü seni. ”



8 Ağustos 2013 Perşembe

1926

Salvador Dali-Federico Garcia Lorca and Jose Pepin Bello // 1926 Photo taken by Luis Bunuel



Salvador Dali -Jose Moreno Villa- Luis Bunuel- Federico Garcia Lorca and Jose Antonio Rubio Sacristan met at the Oxbridge inspired Residencia De Estudiantes- Madrid-1926