19 Eylül 2013 Perşembe

Reading

Then there are the books that shine in my memory, milestones along the horizontal course of my life. I remember not just the books themselves but the chair I sat in, the shoes I wore, the woman I loved, what song was on the charts at the time. None of which makes them good books, exactly, although all of them are—it just means that they are mine. They really happened.

Hugh Laurie

2 Eylül 2013 Pazartesi

Nen var kuzum?

            Türk Sineması deyince aklıma ilk gelen günümüz yapımlarından ziyade, içinde bir yerde mutlaka hüngür hüngür ağladığım unutulmaz replikleriyle 70'ler-80'ler kuşağıdır.
Televizyonda her rastladığımda kanalı değiştirmeye imkan bulunmayan bu filmlerin üzerimdeki etkisini düşünürüm. Öyle ki anlatımlarında verilen ayrıntıları da zaman geçtikçe fark ediyorum. Güldürürken düşündürmeleri de hafızama kazınan repliklerle hayatımın bir parçası.

Mesela en güzel aşk ilanını Tarık Akan yapar, en huysuz ve tatlı kadın benim için Gülşen Bubikoğlu'dur.
En anlatılamaz karakter Adile Naşit'tir. Liste uzar gider. Sonu asla gelmez... Munir Özkul, Şener Şen,  Ediz Hun, Cüneyt Arkın, Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Ayşen Guruda, Kadir İnanır, Rutkay Aziz, çok erken kaybettiğimiz Kemal Sunal...

"O zamanlardan kim kaldı ki" söylemleriyle anlatmaya çalıştığımız  günümüz hengamesi, her şeyin iç içe geçmişliği, belirsizliği ve gizli kötülüğü o zamanın filmlerinde yoktur. Entrikalar bile oldukça açıktır. Kötü açıkça kötü- iyi açıkça iyiydir anlatımlarda. Gerçek olamayacak kadar temiz kalpli karakterler vardır. İçimizi ısıtır.
Ve hala "dama çıkıp kendini atma" meselesinin Yeşilçam'da neden bu denli popüler olduğunu anlayamam.

Güldüğümüz, "yok artık canım sen de!" dediğimiz kareleri de tuzu biberidir. Gerçekler her zaman olduğu gibi değildir karşımızda. Tabi senaryolaştırılır. Tonton dedeler-kucağı pamuktan yumuşak nineler- aşkları dağları delebilecek sevgililer.

"Turist Ömer derler benim adıma, pişman olur bakmayanlar tadıma. " der Sadri Alışık. Karaktere hazırlanışı, şapka'nın ve selamın eklenişini anlatan belgesel de hayran olmuştum çalışma azmine.

Oyuncularda fevkalade bir uyum hissederiz.
Zaten çoğu birbiriyle eşleşmiştir ve sık sık yanyana çıkarlar karşımıza ama hiç kızmayız-sinirlenmeyiz.
Sahiplenir, severiz hatta.
Çalışkandırlar...



Mesela Aile figürü çok önemlidir. Nasıl olmasın! Yaşadığımız çoğrafyada bağlı olduğumuz
yegane şeylerin başındadır. Öyle ki günlük hayatımızda da sıkça hatırlarız belleğimize yerleşen replikleri, biliriz ki “Senin annen bir melekti yavrum”la taçlandırılır anneler.  "Yoksa sen de citlenbiğin annesi misin? O da benim gibi annesiz. Sen de onun annesi olur musun kara nine? O da senin gibi kapkara."
Baba arar filmlerde çocuklar kendilerine, muhtemelen öz babasıdır "Amca size baba diyebilir miyim?" diye sorduğu amca da.

Hele kadınlarımız! Kadınlarımız "Güzel olduğu kadar küstahtır da."
“-Ayşe, çok güzel olmuşsun!
-Sus, farkındayım.” diyecek kadar bilir kendini de.

"Sonsuza kadar aşık olduğu adamı beklerler." "Evlenince pembe pancurlu bir evimiz olacak" hayaliyle yaşarlar.

"Seni sevmiyorum, seninle oyun oynadım, bunu anlamadın mı hala." derler şifası bulunmaz bir hastalığa yakalanmışlarsa.Sevdiklerini hep kendilerinden bir adım önde tutarlar. Önce onların mutluluğu vardır hep. Saadet zincirini örerler ilmek ilmek.
“Evinin kadını, çocuklarımın anası olacaksın” diye sahiplenir adamımız kadınını. Çile de çekerler elbet. Çile, Anadolu'da kadının öbür adıdır. Belki vücuduna sahip olabilirsiniz ama ruhuna asla!

"Hatırlar mısınız, bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı." ile yaklaşılır sonuna filmlerin. Olaylar fabrikatörün kızının, şoföre aşık olmasıyla gelişmiştir. Aşklarına bin bir türlü mani vardır ama onlar birbirlerini ölesiye seviyordur. Beğenilmeyen şoför sonunda bir şekilde mükemmel erkek olduğunu kanıtlar ve muradlarına ererler.

Hulusi Kentmen öğütler: "Parayla saadet olmaz evladım, bunu sakın unutma!" 
Biliriz biz de sevenler kavuşunca güzeldir hayat. Biliriz mutluluk parayla değil, sevgiyle gelir yanımıza. “Biz ayrı dünyaların insanlarıyız” miti yerini hep birleşen ve güzelleşen bir dünyaya bırakır sonunda.


Aşkların da farklı görünümleri vardır; Tarık Akan, Gülşen Bubikoğluna sorar:
“- Ee, nerde buluşuyoruz?-
Cehennemin dibinde! -
Kaçta orada olursun?

“-Deli misiniz siz?
- Eh, pek de akıllı sayılmayız”


Karakter atıfları benzersizdir kimi sahnelerde; Kemal Sunal tonlamasıyla "Tutmayın küçük enişteyi, salıverin gitsin.” demişizdir kaç kez. Sosyal analiz ve eleştiri boyutunda da ciddi meseleler konuluşmuştur bu gülmecelerin üzerine. Vurgu yapılan konu esasında içinde yaşadığımız bir çarpıklığı gözler önüne sermiştir. Başka bir dille belki çok daha naif veya kibar bir anlatımla yapılmıştır ama yapılmıştır. Esprilerini Kemal Sunal'ın gülüşü süslemiş ve ortaya izlemekten bıkmadığımız bir kurgu çıkarmıştır. Sonunu biliriz elbet hikayenin, hiç bir sonuca varmasa bile, kabulümüzdür çoğu zaman. Bir cümle gelir oturur içimize veya bir soru takılır kafamıza. Hüzünlüdür. İçinde bir yerde mutlaka ama mutlaka hüzünlenirsiniz ama güldürür de. Eğer konu aşksa çocuksu oyunlar vardır, veya cilveli danslar... Hiç biri yoksa bir çocuk vardır. Muzurdur. Yaramazlık yapar ama kesin olur bir şeyler.

 Ve yine bir Kemal Sunal seslendirmesiyle : “- Paşa dediğin atılgandır, cesurdur, tuttuğunu koparır, gözlerinden ateş saçar. - Lütfücüğüm, ben bu dediklerinin hepsini yapıyorum da yalnız gözlerimden ateş çıkaramıyorum.” her daim güldürür beni.

Zamana yayıldılar. "Çok güzel insandı"lar. Hayatımızda yer ettiler, öyle veya böyle. Büyük işler başardılar. Usta oldular...

İnanmayı-çok çalışmayı-umudumu korumamı da onlar öğütlediler.

Ben de saygıda kusur etmem, her rastladığımda özlemle ve sevgiyle selamlarım. Çoğu zaman ne işim varsa bırakır dalarım karakterin akışına kapılmış oyunculuklara. Keşke derim her alanda işini böyle layıkıyla yapan insanlar olsa... Bu da öyle bir selam olsun benden tüm emektar sinemacılara.

NOT: Film müzikleri ayrıca yazılabilecek başlı başına bir konudur ve güzeldir.