22 Aralık 2014 Pazartesi

Özel.

Neden Sherlock veya House'lara hayran oluruz? 

(Şu an için hala erkeklere ilgi duyduğumdan bu yazı erkekler üzerinden anlatılmış bir sorgulama şeklini yansıtmakta ve içsel bir hesaplaşmayı kapsamaktadır.)

Sherlock veya House’lara başta tabi ki türünün tek örneği olarak başarılı oldukları için hayran oluruz. Bunda hiç kimsenin bir şüphesi yoktur. Ama sonra o tarihi romanların biricik aşk hikayelerini düşünüp dünyaya ün salmanın o kadar da önem gerektirmediğini anımsıyorum, Jane Austen çekiciliği, tam anlamıyla olmasa da mesela Mr.Darcy harikalığı geliyor aklıma. 

Hepsinin ortak özelliklerinin başında sanırım güzelliğe değil fakat ahenkli akla olan hayranlıkları var. Öyle ki izlerken veya okurken onların, salt "güzellik" kavramıyla nasıl alay ettiklerini görüyoruz. Sherlock güzelliği "Beauty is a construct based entirely on childhood impressions, influences and role models." olarak tanımlıyor ki bu tanım bana da oldukça mantıklı geliyor. Çocukluğumuzdan kalma, alışık olduğumuz ve benzettiğimiz şeylerin etkisini Alain De Botton da "How to think more about sex" kapsamında tartışıyor. Güzelliği bu kapsamda bir çocukluk etkileşimi ve rol modellerimizin tanımı olarak açıklayıp geçiyorum. Ancak tüm bu karakterleri çekici kılan ortak bir şeyin varlığının farkındayım, akla olan yatkınlıkları aşikâr.

Akıl arayışları oldukça etkileyici. Biliyorum ki bir mini etekle bu adamları tavlayacak kadın onlardan benim istediğim şeyi elde edemez. Büyük markalar veya göze sokulan gösterişlilik bunları etkileyememeli. Metalaşmış kavramlardan uzak düşünebilmeliler. Son derece eğlendiğinizi gösteren ve sosyal medya aracılığıyla yayma ihtiyacı hissedilmiş tatil fotoğrafları pek de işe aramayacaktır. Bu adamlar, yani benim gibi kadınların çekici buldukları:
1- Her hangi bir kıyafet veya imajla tavlanamazlar. 

Gündelik hayatlarında düşünmeyi bir zaman dilimine saklamayan ama sürekli çalışan bir beyne sahip olan bu adamlar, bu düşünme halinin kendisini bir var olma şekli olarak algılamış bireylerdir. Zaten beyinlerinin başka bir amacı da yok esasında. Romantizm arayışında değillerdir. Öyle ki böyle şeylerin onların üzerine konması biraz da komik bir durum oluşturur. Bu şiddetle uzaklaşılmış romantizmin yanında neyin nasıl yapılacağını oldukça iyi bilen ve romantik olsa belki de dünyanın en harika romantiği olabileceğine inandırırlar bizleri. House'un piyanoya her dokunuşu, Sherlock'un kemanının her notası ve nadir anlarda yakaladığımız o biricik kendine özgü dans edişi yalnızlığı ve aldığı müthiş zevk... Onların yalnızken ne kadar mutlu olabildiğini görmek beni huzurla dolduruyor. Zoraki sosyalleşme halimin tüm kalıplarından kurtulabilmem için bana cesaret veriyor. Çoğu zaman tahammül etmek istemediğim ortamlardan kaçışlarımı anlatan güzel bir örneği teşkil ediyor. Mutsuzluğumu unutturup "her normal olan içinde mutlu olmak zorunda değilsin. Her normal normal olmayabilir" diye öğütlüyor alt mesajında. Böylece bu adamların size yaklaşımları da normal olmuyor. Normali o kadar da önemsemiyorlar hatta bilmiyor bile olabilirler. Bu yüzden ifade ettikleri her romantik şey alışılmışın dışında kalarak etkiliyor. Bu sıradan öğretileri önemsemiyor olmalarının çekiciliği kesinlikle göz ardı edilemez.
2- Sıradan bir romantizmin normalinde kaybolmuyorlar.

Bu adamlar alışık olduğumuz kibarlıkta değiller esasında. Bazen hatta çoğu zaman insan olma özelliklerinin çoğunu da reddediyorlar. Sherlock'u hiç yemek yerken görmüyoruz mesela. Bunu bir zaman kaybı olarak gördüğünü anlatan cümlelerini de işitiyoruz seri boyunca. Gündelik hayatın başıboş ayrıntılarında kaybolmuyorlar. Sosyalleşmek için yemeğe çıkma ihtiyacı hissetmiyorlar orda saatlerini de harcamıyorlar. Temelde sosyalleşmeye ihtiyaç duymuyorlar. Bunun bana çekici gelen kısmı zamanlarını kusursuz bir amaçla harcayabilecek bilince sahip olarak hareket edebiliyor olmaları veya yaptıkları aptalca şeylerden bile ciddi çıkarımlar yaparak kendi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri bir bilgiye dönüştürebiliyor olmaları. Bu adamlar her anlarını bir bilgi süzgeci içinden geçirerek yaşıyorlar. Kategori içeren beyin bölmeleri sakladıkları her şeyi zamanında kullanmaları için olağanüstü bir saray sunuyor onlara.
3- Bilgi edinmeyi bir hayat biçimi olarak yaşıyorlar.

Belki de en net gördüğümüz şey değer vermeyişleri. Hiç bir şeye ve hiç kimseye değer vermiyorlar. Para onlar için bir amaç olamaz. Güzellik sadece öğrenilmiş bir kalıp. O kadar önemsemiyorlar ki, çevresindeki herkes bunun farkında olarak duruyor orda. Ve sonra birine değer verdiğinde ortaya imkansızın vücut bulduğu bir bütünlük çıkıyor. Hiç bir şeyden biri çıkıyor. Özel biri. Seçilmiş biri. Gerçekten orda olunması istenmiş biri. Vazgeçilmenin istenmeyeceği biri. Riske değen biri. Zamanın birazını harcamayı fazlasıyla hak eden ve harcadığının hakkını fazlasıyla geri veren biri. Kusursuz değil çoğu zaman. Birçoğumuzun seçmeyi tercih etmeyeceği bile olabilir. Ama iki kişinin birbiri için özel olabileceğini ve her ne kadar ikisi de kusursuz olmasa da ortaya çıkardıklarıyla herkesin imrendiği hatta kıskandığı bir şeye dönüşen bütünlüğü temsil edebileceğinizi anlatan biri. 
4- Birini özel kılma yetisine sahipler.

Bunlar bana günümüzün modernliğinde bir şeyleri sorgulatıyor. Mesela partnerinizin her güzel selfie'yi veya victoria's secret mankenlerini like'laması son derece normal çünkü güzeller, modern anlamda kusursuz vücutlar veya son derece makyajlı yüzlerle oluşmuş metalara hayran olmaları her hangi bir sorun teşkil etmiyor.

Binlerce arkadaşı var sosyal medyanın her alanında. Her an ulaşılabilir ve sürekli facebook'tan gelen mesaj sesleri eşliğinde yemek yiyorsunuz. Çünkü arkadaşlarıyla konuşması tabi ki çok normal. Yüzlerce grup mesajı yüzünden telefonunun şarjının hemen bitiyor olması çok normal çünkü gündelik hayatında ve henüz arkadaş sıfatını bile kazanmamış insanların saçma sapan muhabbetlerini dinlemek bir gereklilik. Çok da tanımadığı bir kız veya erkeğin her fotoğrafına yorum yapması veya beğenmesi hiç bir şey ifade etmiyor çünkü hala ondan hoşlanabileceğini kabul etseniz de sizden sonra boş kalmamak için bir arka plan hazırladığını reddeder durumdasınız. Her şey o kadar sıradan ve o kadar bol ki... Tek bir an bile yalnız kalmaya gerek duymayacak kadar çok iletişim içinde, her şeyi çok sık tecrübe etmeye o kadar alışmışız ki, özel olan bir şeyler kalmamış.

Ben artık resmen ve açıkça kapalı bir kutu istiyorum. İzlenmeyen, sürekli konuşulmayan, sürekli mesajların veya yorumların olmadığı ama aklın çalışabildiği, kendi bilincimle kendi düşüncemi yeterince olgunlaşana kadar besleyebileceğim, gelişebildiğim ve düşünebildiğim bir kapalı kutu istiyorum.

Hala sözlere inanıyor musunuz gerçekten?
Davranışlarını bir bütün olarak görebiliyor musunuz karşınızdakinin?
Size normal gelen bir şeyler var mı?
ve en önemlisi,
Size kendinizi özel hissettiren bir şey kaldı mı?


Ben bu sorulara cevap arıyorum.

AMA,

Palahniuk'un Damned ile öğütlediği de aklımın bir köşesinde:

"If you forgive the redundancy: What makes the earth feel like Hell is our expectation that it ought to feel like Heaven. Earth is earth. Hell is Hell. Now, stop with  the whining and caterwauling."

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Ithaca*



When you set out for Ithaka
ask that your way be long,
full of adventure, full of instruction.
The Laistrygonians and the Cyclops,
angry Poseidon - do not fear them:
such as these you will never find
as long as your thought is lofty, as long as a rare
emotion touch your spirit and your body.
The Laistrygonians and the Cyclops,
angry Poseidon - you will not meet them
unless you carry them in your soul,
unless your soul raise them up before you.

Ask that your way be long.
At many a Summer dawn to enter
with what gratitude, what joy -
ports seen for the first time;
to stop at Phoenician trading centres,
and to buy good merchandise,
mother of pearl and coral, amber and ebony,
and sensuous perfumes of every kind,
sensuous perfumes as lavishly as you can;
to visit many Egyptian cities,
to gather stores of knowledge from the learned.

Have Ithaka always in your mind.
Your arrival there is what you are destined for.
But don't in the least hurry the journey.
Better it last for years,
so that when you reach the island you are old,
rich with all you have gained on the way,
not expecting Ithaka to give you wealth.
Ithaka gave you a splendid journey.
Without her you would not have set out.
She hasn't anything else to give you.

And if you find her poor, Ithaka hasn't deceived you.
So wise you have become, of such experience,
that already you'll have understood what these Ithakas mean.

Constantine P. Cavafy

2 Haziran 2014 Pazartesi

to helen


    I saw thee once- once only- years ago:
    I must not say how many- but not many.
    It was a July midnight; and from out
    A full-orbed moon, that, like thine own soul, soaring,
    Sought a precipitate pathway up through heaven,
    There fell a silvery-silken veil of light,
    With quietude, and sultriness, and slumber,
    Upon the upturned faces of a thousand
    Roses that grew in an enchanted garden,
    Where no wind dared to stir, unless on tiptoe-
    Fell on the upturn'd faces of these roses
    That gave out, in return for the love-light,
    Their odorous souls in an ecstatic death-
    Fell on the upturn'd faces of these roses
    That smiled and died in this parterre, enchanted
    By thee, and by the poetry of thy presence.

    Clad all in white, upon a violet bank
    I saw thee half reclining; while the moon
    Fell on the upturn'd faces of the roses,
    And on thine own, upturn'd- alas, in sorrow!

    Was it not Fate, that, on this July midnight-
    Was it not Fate, (whose name is also Sorrow,)
    That bade me pause before that garden-gate,
    To breathe the incense of those slumbering roses?
    No footstep stirred: the hated world an slept,
    Save only thee and me. (Oh, Heaven!- oh, God!
    How my heart beats in coupling those two words!)
    Save only thee and me. I paused- I looked-
    And in an instant all things disappeared.
    (Ah, bear in mind this garden was enchanted!)

    The pearly lustre of the moon went out:
    The mossy banks and the meandering paths,
    The happy flowers and the repining trees,
    Were seen no more: the very roses' odors
    Died in the arms of the adoring airs.
    All- all expired save thee- save less than thou:
    Save only the divine light in thine eyes-
    Save but the soul in thine uplifted eyes.
    I saw but them- they were the world to me!
    I saw but them- saw only them for hours,
    Saw only them until the moon went down.
    What wild heart-histories seemed to he enwritten
    Upon those crystalline, celestial spheres!
    How dark a woe, yet how sublime a hope!
    How silently serene a sea of pride!
    How daring an ambition; yet how deep-
    How fathomless a capacity for love!

    But now, at length, dear Dian sank from sight,
    Into a western couch of thunder-cloud;
    And thou, a ghost, amid the entombing trees
    Didst glide away. Only thine eyes remained;
    They would not go- they never yet have gone;
    Lighting my lonely pathway home that night,
    They have not left me (as my hopes have) since;
    They follow me- they lead me through the years.
    They are my ministers- yet I their slave.
    Their office is to illumine and enkindle-
    My duty, to be saved by their bright light,
    And purified in their electric fire,
    And sanctified in their elysian fire.
    They fill my soul with Beauty (which is Hope),
    And are far up in Heaven- the stars I kneel to
    In the sad, silent watches of my night;
    While even in the meridian glare of day
    I see them still- two sweetly scintillant
    Venuses, unextinguished by the sun!
                  Edgar Allan Poe

28 Ocak 2014 Salı

pets or dinner?



"Evinizdeki kedinin, köpeğin, kuşun haklarını savunup akşama pirzola kızartmak sizi ‘hayvansever’ kategorisinden çıkarır ve ‘hayvanını sever’ kategorisine sokar. Türcülüğün alt örneklerinden biridir."

http://fraksiyon.org/et-sut-yumurta-tecavuz-ve-feminizm/

Cary Grant




22 Ocak 2014 Çarşamba

şarabımız bitince yağmura çıkarız*

SIĞINAK

Kaçıp sana saklanıyorum akşam oldu mu
Sana dokununca mı denizleniyor masa
Senin avcıların mı çok hayvanları kovalayan
Sıkıntımın ormanında?

Üç beş günümüz var şuracığında
Nice oyuncağımızı kırdılar
Biz de güzel çocuklardık bahçelerde
Sularda alabalık

Azla avunmaya alıştık
Ne yapalım paramız yoksa
Şarabımız bitince yağmura çıkarız
Kim güzelleşmiyor öpüşünce.


 Ahmet OKTAY

19 Ocak 2014 Pazar

Hrant Dink


BURADAYIZ AHPARİG!

hayatın anlamlı olduğunu düşündüğümden değil veya ölümden sonra gelen adalete saygım-inancım yok, 
ama kalplerde ve akıllardaki anlam ve sevgi için... 
Hrant Dink'in aklıma kazınan anlamı ve sevgisiyle... buradayım.



18 Ocak 2014 Cumartesi

the silence

"The silence depressed me. It wasn't the silence of silence. It was my own silence. I knew perfectly well the cars were making a noise, and the people in them and behind the lit windows of the buildings were making a noise, and the river was making a noise, but I couldn't hear a thing. The city hung in my window, flat as a poster, glittering and blinking, but it might just as well not have been there at all, for the good it did me."
 Sylvia Plath

    14 Ocak 2014 Salı

    o mio babbino caro*


      Maria Callas.


    Amira Willighagen

    J.M.Barrie*


    (9 may 1860 - 19 june 1937)


    "All you need is faith and trust and a little bit of pixie dust."

    "Everytime a child says 'I don't believe in fairies'
    there is a little fairy somewhere that falls down dead."

    "For several days after my first book was published,
    I carried it about in my pocket
    and took surreptitious peeps at it to make sure the ink had not faded."

    “Tink was not all bad: or, rather, she was all bad just now,
    but, on the other hand, sometimes she was all good.
    Fairies have to be one thing or the other,
     because being so small they unfortunately have room
     for one feeling only at a time.
    They are, however, allowed to change,
    only it must be a complete change.”