Neden
Sherlock veya House'lara hayran oluruz?
(Şu an
için hala erkeklere ilgi duyduğumdan bu yazı erkekler üzerinden anlatılmış bir
sorgulama şeklini yansıtmakta ve içsel bir hesaplaşmayı kapsamaktadır.)
Sherlock
veya House’lara başta tabi ki türünün tek örneği olarak başarılı oldukları için
hayran oluruz. Bunda hiç kimsenin bir şüphesi yoktur. Ama sonra o tarihi
romanların biricik aşk hikayelerini düşünüp dünyaya ün salmanın o kadar da
önem gerektirmediğini anımsıyorum, Jane Austen çekiciliği, tam anlamıyla olmasa
da mesela Mr.Darcy harikalığı geliyor aklıma.
Hepsinin
ortak özelliklerinin başında sanırım güzelliğe değil fakat ahenkli akla olan
hayranlıkları var. Öyle ki izlerken veya okurken onların, salt
"güzellik" kavramıyla nasıl alay ettiklerini görüyoruz. Sherlock
güzelliği "Beauty is a construct based entirely on childhood impressions,
influences and role models." olarak tanımlıyor ki bu tanım bana da oldukça
mantıklı geliyor. Çocukluğumuzdan kalma, alışık olduğumuz ve benzettiğimiz
şeylerin etkisini Alain De Botton da "How to think more about sex"
kapsamında tartışıyor. Güzelliği bu kapsamda bir çocukluk etkileşimi ve rol
modellerimizin tanımı olarak açıklayıp geçiyorum. Ancak tüm bu karakterleri
çekici kılan ortak bir şeyin varlığının farkındayım, akla olan yatkınlıkları
aşikâr.
Akıl
arayışları oldukça etkileyici. Biliyorum ki bir mini etekle bu adamları
tavlayacak kadın onlardan benim istediğim şeyi elde edemez. Büyük markalar veya
göze sokulan gösterişlilik bunları etkileyememeli. Metalaşmış kavramlardan uzak
düşünebilmeliler. Son derece eğlendiğinizi gösteren ve sosyal medya
aracılığıyla yayma ihtiyacı hissedilmiş tatil fotoğrafları pek de işe
aramayacaktır. Bu adamlar, yani benim gibi kadınların çekici buldukları:
1- Her
hangi bir kıyafet veya imajla tavlanamazlar.
Gündelik
hayatlarında düşünmeyi bir zaman dilimine saklamayan ama sürekli çalışan bir
beyne sahip olan bu adamlar, bu düşünme halinin kendisini bir var olma şekli
olarak algılamış bireylerdir. Zaten beyinlerinin başka bir amacı da yok
esasında. Romantizm arayışında değillerdir. Öyle ki böyle şeylerin onların
üzerine konması biraz da komik bir durum oluşturur. Bu şiddetle uzaklaşılmış
romantizmin yanında neyin nasıl yapılacağını oldukça iyi bilen ve romantik olsa
belki de dünyanın en harika romantiği olabileceğine inandırırlar bizleri.
House'un piyanoya her dokunuşu, Sherlock'un kemanının her notası ve nadir
anlarda yakaladığımız o biricik kendine özgü dans edişi yalnızlığı ve aldığı
müthiş zevk... Onların yalnızken ne kadar mutlu olabildiğini görmek beni
huzurla dolduruyor. Zoraki sosyalleşme halimin tüm kalıplarından kurtulabilmem
için bana cesaret veriyor. Çoğu zaman tahammül etmek istemediğim ortamlardan
kaçışlarımı anlatan güzel bir örneği teşkil ediyor. Mutsuzluğumu unutturup
"her normal olan içinde mutlu olmak zorunda değilsin. Her normal normal
olmayabilir" diye öğütlüyor alt mesajında. Böylece bu adamların size
yaklaşımları da normal olmuyor. Normali o kadar da önemsemiyorlar hatta
bilmiyor bile olabilirler. Bu yüzden ifade ettikleri her romantik şey
alışılmışın dışında kalarak etkiliyor. Bu sıradan öğretileri önemsemiyor
olmalarının çekiciliği kesinlikle göz ardı edilemez.
2- Sıradan bir romantizmin normalinde kaybolmuyorlar.
Bu
adamlar alışık olduğumuz kibarlıkta değiller esasında. Bazen hatta çoğu zaman
insan olma özelliklerinin çoğunu da reddediyorlar. Sherlock'u hiç yemek yerken
görmüyoruz mesela. Bunu bir zaman kaybı olarak gördüğünü anlatan cümlelerini de
işitiyoruz seri boyunca. Gündelik hayatın başıboş ayrıntılarında
kaybolmuyorlar. Sosyalleşmek için yemeğe çıkma ihtiyacı hissetmiyorlar orda
saatlerini de harcamıyorlar. Temelde sosyalleşmeye ihtiyaç duymuyorlar. Bunun
bana çekici gelen kısmı zamanlarını kusursuz bir amaçla harcayabilecek bilince sahip
olarak hareket edebiliyor olmaları veya yaptıkları aptalca şeylerden bile ciddi
çıkarımlar yaparak kendi amaçları doğrultusunda kullanabilecekleri bir bilgiye
dönüştürebiliyor olmaları. Bu adamlar her anlarını bir bilgi süzgeci içinden
geçirerek yaşıyorlar. Kategori içeren beyin bölmeleri sakladıkları her şeyi
zamanında kullanmaları için olağanüstü bir saray sunuyor onlara.
3- Bilgi
edinmeyi bir hayat biçimi olarak yaşıyorlar.
Belki de
en net gördüğümüz şey değer vermeyişleri. Hiç bir şeye ve hiç kimseye değer
vermiyorlar. Para onlar için bir amaç olamaz. Güzellik sadece öğrenilmiş bir
kalıp. O kadar önemsemiyorlar ki, çevresindeki herkes bunun farkında olarak
duruyor orda. Ve sonra birine değer verdiğinde ortaya imkansızın vücut bulduğu
bir bütünlük çıkıyor. Hiç bir şeyden biri çıkıyor. Özel biri. Seçilmiş biri.
Gerçekten orda olunması istenmiş biri. Vazgeçilmenin istenmeyeceği biri. Riske
değen biri. Zamanın birazını harcamayı fazlasıyla hak eden ve harcadığının
hakkını fazlasıyla geri veren biri. Kusursuz değil çoğu zaman. Birçoğumuzun
seçmeyi tercih etmeyeceği bile olabilir. Ama iki kişinin birbiri için özel
olabileceğini ve her ne kadar ikisi de kusursuz olmasa da ortaya
çıkardıklarıyla herkesin imrendiği hatta kıskandığı bir şeye dönüşen bütünlüğü temsil
edebileceğinizi anlatan biri.
4- Birini
özel kılma yetisine sahipler.
Bunlar
bana günümüzün modernliğinde bir şeyleri sorgulatıyor. Mesela partnerinizin her
güzel selfie'yi veya victoria's secret mankenlerini like'laması son derece
normal çünkü güzeller, modern anlamda kusursuz vücutlar veya son derece
makyajlı yüzlerle oluşmuş metalara hayran olmaları her hangi bir sorun teşkil
etmiyor.
Binlerce
arkadaşı var sosyal medyanın her alanında. Her an ulaşılabilir ve sürekli
facebook'tan gelen mesaj sesleri eşliğinde yemek yiyorsunuz. Çünkü
arkadaşlarıyla konuşması tabi ki çok normal. Yüzlerce grup mesajı yüzünden
telefonunun şarjının hemen bitiyor olması çok normal çünkü gündelik hayatında
ve henüz arkadaş sıfatını bile kazanmamış insanların saçma sapan muhabbetlerini
dinlemek bir gereklilik. Çok da tanımadığı bir kız veya erkeğin her fotoğrafına
yorum yapması veya beğenmesi hiç bir şey ifade etmiyor çünkü hala ondan
hoşlanabileceğini kabul etseniz de sizden sonra boş kalmamak için bir arka plan
hazırladığını reddeder durumdasınız. Her şey o kadar sıradan ve o kadar bol
ki... Tek bir an bile yalnız kalmaya gerek duymayacak kadar çok iletişim
içinde, her şeyi çok sık tecrübe etmeye o kadar alışmışız ki, özel olan bir
şeyler kalmamış.
Ben artık
resmen ve açıkça kapalı bir kutu istiyorum. İzlenmeyen, sürekli konuşulmayan,
sürekli mesajların veya yorumların olmadığı ama aklın çalışabildiği, kendi
bilincimle kendi düşüncemi yeterince olgunlaşana kadar besleyebileceğim,
gelişebildiğim ve düşünebildiğim bir kapalı kutu istiyorum.
Hala
sözlere inanıyor musunuz gerçekten?
Davranışlarını
bir bütün olarak görebiliyor musunuz karşınızdakinin?
Size
normal gelen bir şeyler var mı?
ve en
önemlisi,
Size
kendinizi özel hissettiren bir şey kaldı mı?
Ben bu sorulara cevap arıyorum.
AMA,
Palahniuk'un Damned ile öğütlediği de aklımın bir köşesinde:
"If you forgive the redundancy: What makes the earth feel like Hell is our expectation that it ought to feel like Heaven. Earth is earth. Hell is Hell. Now, stop with the whining and caterwauling."
AMA,
Palahniuk'un Damned ile öğütlediği de aklımın bir köşesinde:
"If you forgive the redundancy: What makes the earth feel like Hell is our expectation that it ought to feel like Heaven. Earth is earth. Hell is Hell. Now, stop with the whining and caterwauling."