16 Ağustos 2012 Perşembe

kelebek avcısı*




"ben sebastian’ım ya da sebastian ben ya da belki ikimiz ikimizin de tanımadığı bir başkasıyız." 
                                                                                       Vladimir Nabokov

telefon çalıyor. uzun zamandır duymayı istediğim sesten-uzun zamandır beklediğim bir haberi alıyorum. serin kanlı olmaya çalışırken (ki bu öyle bir mesela) yüzümde "saçma" (kime göre belli değil) bir gülümseme beliriyor. baş ucu lambamın ışığında odadaki her şeyi benim dışımda ve tüm içsel dünyamı odaya saçılmış buluyorum. köşede parlayan egom, yanı başında yanımdan hiç ayırmadığım müthiş saf inancım, biraz ileride gururum. hiç bir şeyden haberi olmayan hayallerim dip dibe kaldığı hayal kırıklıklarımla tamamlanmış ve daha güçlüler şimdi.

zamansız bir haber mi?
evet.

birden iki kişiyim. sonra ikiden fazlayım. yayılıp dağılıyorum. dağıldıkça istediklerimi topluyorum odadan kucağıma. her parçam bir başka şeyi tutup getiriyor. nasıl desem, sanki aradıklarıma kavuşuyorum. kavuşmak her zaman güzel bir şeydir.

her parçam kendini manyetik bir enerjiyle dağılmaktan koruyor gibi. koparılmak, dağılmak değildir. tekrar konuşmaya başladığımda sesler biraz tuhaflaşıyor. serinletiyor. aynı zamanda hata yapmaktan korkuyor çünkü ben şu her şeyin evrende kaldığına ve enerjileri etkilediğine inananlardanım. bu yüzden her şeyi değiştirme gücümüz olduğunu düşünmekle, kendini her şeyin merkezine koyuyor suçlamalarına maruz kalırım. kabul ediyorum ki herkes kendi evreninin merkezindedir.

aslında bu yazıyı Nabokov okumaya başladığımı belirtmek için yazmak istemiştim ama kafam biraz dağınık. şöyle ki ben de kendisini okumaya başlamak için tıpkı bunun gibi bir belirtiden ilham almıştım.

başlangıcımda kendisinin de ilk romanı olan Maşenka'yı seçiyorum.

Lolita'sını filmiyle hayran olarak öğrenmiştim. tabi ki unutulmaz satırlarıylarıyla beraber : "Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Lo-Li-Ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-Li-Ta"

bağlamak gerekirse ben her sanatçının birden fazla kişiliği olduğuna inananlardanım. yani bir öyle bir böyle dengesizlikler izinde çırpınışların bir çıkarımı olarak görüyorum sanatı, çoğu zaman. çırpınmadan sanat olmaz. bu biraz Tomris Uyar bakışı gibi, "hayat bir sanrıymış belki bir sancı." ifadesiyle devam etmek gerekirse insanların sancılarını dindirmek için bir şeylere sarıldığını görmek zor değil.


son olarak ünlü bir kelebek avcısı olmasının nasıl hissettirdiğine karar veremedim. hayvanlara olan müthiş hassasiyetimin ve kayıp-sahiplenme ilanlarında şiddetli ağlayışlarımın nedenini anlayamıyorum. sadece kelebek yakalamanın insana nasıl bir his verebileceğini merak ediyorum. bazıları, uçarken oldukça güzeller.

telefonu zamansız kapatıyorum. henüz söylemek veya anlamak istediğimi tam olarak alamadan. sonra bir masanın hayalini kuruyorum her sandalyesinde konuşmaya bir şeyler ekleyen birilerinin oturduğu bir sanat cümbüşü içinde buluyorum kendimi. artarak çoğalan fikirler rüzgarı var ve ben çok mutluyum.


kitabıma dönüyorum. "dediğim gibi, her ismin taşıdığı bir sorumluluk vardır. Lev ve Gleb. Bu az rastlanan bir birliktelik, çok da zorlayıcı. Bu da sizin az ve öz konuşan, sert ve biraz da farklı bir insan olduğunuz anlamına geliyor. Benim ismim biraz daha alçak gönüllü, karımın ismiyse çok sade. Maşenka. Ha, bu arada kendimi tanıtayım. Ben Aleksey İvanoviç Alfyorov. Pardon, galiba ayağınıza bastım."





EK1:çok fazla araştırmadan seçilmiş bir şarkı olarak,bir süreliğine fonda böyle bir şeyler de çalabilir. http://www.youtube.com/watch?v=avTb5yctHvA
EK2: Nabokov, Türkçe Lolita'nın kapağını beğenmemiş. ve hakkı varmış. http://www.youtube.com/watch?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder