29 Kasım 2016 Salı

There is no fundamental difference between human and animal 
in their ability to feel pleasure and pain, happiness and misery. #govegetarian



20 Kasım 2016 Pazar

He temporally said goodbye to Porpentina and 
promised to deliver his book to her in person.



3 Kasım 2016 Perşembe

Çünkü.

-1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın

-2.

rüzgâr
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

-3.


ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili

-4.

yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle

-5.

sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki 
tek kişilik bir yalnızlığa bile 
rahatça sığarız 
hiç yanılmamışız 
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hâlâ içimizde o yanardağ ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız

Atilla İlhan

19 Ekim 2016 Çarşamba

Ich will das wahre Leben spür´n.
Es hat dicke, rote Lippen, es riecht nach Wein und wärmt mich in der Nacht.
Es flüstert, weint und lacht.
Die Frage ist bloß:

Wie wird man seinen Schatten los?
Wie sagt man seinem Schicksal nein?
Wie kriecht man aus der eignen Haut?
Wie kann man je ein andrer sein?
Wen soll man fragen, wenn man sich selber nicht versteht?
Wie kann man frei sein, wenn man seinem eignen Schatten nie entgeht?

***

I want to feel the true life.
It has full, red lips, it smells like wine and keeps me warm at night.
It whispers, cries and laughs.
The question is just:

How do you get rid of your shadow?
How do you say no to your destiny?
How do you crawl out of your own skin?
How can you ever become someone else?
Whom should you ask when you don’t understand yourself?
How can you be free, if you never escape your own shadow?

5 Ekim 2016 Çarşamba

#Polishedman End Violence Against Children

Her 5 cocuktan birinin fiziksel şiddet ve/veya cinsel istismara maruz kaldigina dikkat cekmek icin #polishedman hashtagi ile baslayan kampanyada bir parmagini boyayan erkekler, cocuk istismarinda, farkindalikla, degisimin buyuk bir parcasi olan ilk adimi da atiyorlar!
Turkiye'de yilda 11.000'den fazla cocuk istismara maruz kaliyor bunlarin %20'si 11 yasin altinda...
Giderek kirlenen bir dunyada, erkeklerin ellerini bu farkindalikla boyamalari da son derece onemli.
Benim gibileri etkileme yolunda, kadina karsi yaklasimlarda, bence simgeciligi de elestiren oje surme kampanyasi, asik olunacak erkekler kategorisine de bir arti 😉


Men around the world are making a simple yet first powerful statement in an attempt to end physical and/or sexual violence against children with the hashtag #polishedman, by painting one fingernail to raise awareness and funds to support the one in five children who suffer physical and/or sexual violence!

In Turkey, more than 11.000 children fall victim to physical and/or sexual violence, 20% of them are under 11. Painting the fingernail to raise awareness is very important to save our dying world. 

I believe that the polished man campaign is also criticizing the formalism against women and keep in mind that painting your one finger is a pretty good idea to get women to notice you as an adorable man. 😉

Hikaye ve diğer ayrıntılar için: 
For the story and other details:

https://polishedman.com/
http://mashable.com/2016/10/04/polished-man-october-men-paint-nails/#prThCOhpOsq4




4 Ekim 2016 Salı

"For a while I gave myself up entirely to the intense enjoyment of picturing machines and devising new forms. It was a mental state of happiness about as complete as I have ever known in life. Ideas came in an uninterrupted stream and the only difficulty I had was to hold them fast. The pieces of apparatus I conceived were to me absolutely real and tangible in every detail even to the minutest marks and signs of wear. I delighted in imagining the motors constantly running, for in this way they presented to the mind’s eye a fascinating sight.

When natural inclination develops into a passionate desire, one advances towards his goal in seven-league boots. In less than two months I evolved virtually all the types of motors and modifications of the system which are now identified with my name, and which are used under many other names all over the world. It was, perhaps, providential that the necessities of existence commanded a temporary halt to this consuming activity of the mind."

Nikola Tesla

2 Ekim 2016 Pazar

First Step

Look into the depths of your own soul and learn first to know yourself, then you will understand why this illness was bound to come upon you and perhaps you will thenceforth avoid falling ill.

Freud

5 Eylül 2016 Pazartesi


Look around you. Appreciate what you have. 
Nothing will be the same in a year.


25 Ağustos 2016 Perşembe

I hate small talk.

I wanna talk about atoms, death, aliens, sex, intellect, the meaning of life, Arendt's theories, faraway galaxies, music that makes you like to dance,  movies and Edward Norton's best performance, comparative politics, Socrates' questions, definitions of yourself, questions that you have, memories, the lies you have told, your flaws, your favorite scents, your childhood, what keeps you up at night, your insecurities and fears. I like people with depth and injuries, who speak with reasons and moments or from a twisted mind.

I just don't want to know whats up.

31 Temmuz 2016 Pazar

“I spread confident wings to space and soared towards the infinite. Leaving far behind me what others strained to see from a distance. Here there was no up. No down. No edge. No centre. I saw that the sun was just another star, and the stars other suns - each escorted by other Earths like our own. The revelation of this immensity was like falling in love." 

Giordano Bruno//via Cosmos: A Space Time Odyssey.






30 Temmuz 2016 Cumartesi

Hiding places there are innumerable, escape is only one, but possibilities of escape, again, are as many as hiding places.



13 Haziran 2016 Pazartesi

Mustang

Açık hava sinemasında Mustang'i izledim. İlk defa açık hava sinemasında film izlediğimden mi, etrafta ateş böceklerinin uçuyor olmasından mı, filmin ortasında bir ateş böceğinin koluma konmuş ve karanlıkta öylece parlıyor olmasından mı yoksa yalnızca film sersemletici derecede vurucu olduğundan mı bilmem, bittiğinden beri, zaman her yavaşladığında kendimi tekrar tekrar beş küçük kadını düşünürken buluyorum.

Bazen tek ihtiyacımız olan biraz cesaret diye konuşuyoruz aramızda. Harry Potter'ınki gibi bir cesaret! Çünkü bazen ihtiyaç olan salt sana özgülenmemiş dertler için de içini karartabilmek, yüzünü ekşitebilmek ve hayatına öylece devam edememek. Çünkü bazen oda sıcaklığı sabitlenmiş, hasta olmanı bile engelleyen filtrelenmiş suni oksijenle insanı masaya oturttukları bir hayatta, dünyada neler olup bittiğini düşünse de küçücük dertlerinde kaybolabiliyor kişi. Ben kelimelerle mücadele etmeyi öğrenenlerdenim ama biliyorum daha fazlası var! Beş kız çocuğu, henüz hiç bir tecrübesi yokken ve kimse onlara bir şeyleri öğütlememişken ve kimse onları kollamaya çalışmıyorken hayatta kalmaya çalıştı filmde. Beşin yanına koyacağımız sıfırları düşünmek istemeyeceğimiz kadarı ise yaşıyor hala dünyada. "Düşünmek istememek..." bir bahane olarak duruyorken hayatımızda...

Mustang oscar adayıydı bu yıl. Cannes'da ödül de aldı. Ben biraz geç kaldım izlemekte çünkü moralim bozuktu, işten geç çıkıyordum ve eve gelince "gazoz filmler" izlemek istiyordum. Çok pişmanım! Eminim etrafta ateş böcekleri uçmasa da bu film, günlerce, zamanın yavaşladığı her anda, gelip size bir şeyler anlatmaya devam edecek. Duyduğumuz her sese önce kulak verebilmeyi, sonra ses olabilmeyi de öğütleyecek, ama öyle küçük dağları ben kurtarırım bilgeliğinde de değil, öğrenerek ve öğreterek yani anlayarak birbirini...

Sonra tabi ateş böceklerinin de etkisiyle, kim olabilir, Yılmaz Güney bitirdi böyle bir geceyi:
"Yaşamak ne güzel be sevgili. Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek. Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın..."


1 Mayıs 2016 Pazar

Dün metroda orta yaşlı bir adamla, öpüşen gençlere "Öpüşmeyin." dediği için tartışmak zorunda kaldım. Bu zorunluluk içinde olmaktan utandım önce. Sonra topluluk içinde birbirini dudağından öpen iki insandan daha normal daha güzel ne olabilir diye düşündüm. Adama en son "Sizin nefretinizdense onların sevgisini görmeyi her zaman tercih ediyorum!" diye bağırarak indim metrodan. Öpüşen çift arkamdan gelip teşekkür ettiler. "Çok güzelsiniz." dedim. Çok güzellerdi.

Peki bu adam nasıl bir evde yaşıyor? Bu adam eşiyle ne yapıyor?

Peki ben metroda başka nelerle karşılaşıyorum? En basitinden bacaklarını açarak oturan erkekler, fiziksel ve sözlü taciz edenler.

Metrodan sonra tek başıma konsere gittim. Yine tek başıma dans edip, dinlediğim müzikten keyif aldığımı düşünürken, arkamdaki adam belime dokunmaya çalışıyordu. Sonra aklıma insanların dans etmekle ilgili yorumları geldi. Bir keresinde eski erkek arkadaşım bunun "davetkar" olduğunu söylemişti mesela. İçinden geldiği gibi olmuyor çünkü hiç bir şey. Her şeyin belli başlı "erkek gözü" kalıpları içinde önce bir değerlendirilmesi gerekiyor. Mini eteğiniz çok davetkar, saçlarınız çok davetkar, dans etmeniz çok davetkar, gözleriniz bile çok davetkar...

Bunları anlatırsanız insanlar dalga geçermiş, susmanız lazım yani bir de!

Konuşmayın! Dans etmeyin! Öpüşmeyin!

İçimden geldiği gibi, filtrelemeden konuştuğum için, bazen duygusallaşıp şiirsel yazılar yazmak istediğim için, dans ettiğim için, merak edip soru sorduğum için, kadın olduğumuz için eleştirildiğimiz bir dünyada yaşamak çok zor. Üniversite mezunu, iyi işlerde çalışan, büyük paralar kazanan insanlar dünyayı değiştirmeyecek. Biz her gün maruz kaldığımız bu şeylerle yaşamayı kabul etmediğimiz zaman dünya değişecek. Biz daha çok dans ettiğimizde, öpüştüğümüzde, konuştuğumuzda güzelleşecek her şey. Emma Goldman'ın izinde, "Dans edemeyeceksem, devrimlerinin bir parçası olmak istemiyorum!" dediğimizde güzelleşecek her şey...

Ve çok zor biliyorum...

23 Nisan 2016 Cumartesi

Violence against women starts with disrespect. The excuses we make allow it to grow. 
Let's stop it at the start! 

Kadına karşı şiddet saygısızlıkla başlar. Ürettiğimiz bahaneler büyümesine izin verir. 
Baştan durduralım! ‪#‎23NİSAN‬


20 Nisan 2016 Çarşamba

In life, unlike chess, the game continues after checkmate.   
(Hayatta, satrancın aksine, oyun şah-mattan sonra da devam eder.)


Isaac Asimov


4 Nisan 2016 Pazartesi

Peace

Peace is not an absence of war, it is a virtue, a state of mind, a disposition for benevolence, confidence, justice.

Spinoza

17 Mart 2016 Perşembe

Yansımalar

Chris okulumun öğretim görevlilerinden. Bunun da etkisiyle tüm gün okuduğum haber başlıkları ve içerikleriyle dehşete düştüm. Hala nasıl böyle haber yapan, böyle sığ ve zayıf beyinler var?
Chris her zaman adalet ve özgürlükten yanaydı, okul döneminde de işten çıkarmalar sırasında duyarlılığına tanık olmuştuk hepimiz. İşten çıkarılan temizlik çalışanları için nöbet tutmuştu santraldeki çadırlarda günlerce. Ben o günden beri kendisinden hiç ders almadığım, kişisel bir tanışıklığım olmadığı halde saygı duydum. O zaman da vazgeçmemişti. Umarım hiç vazgeçmez ve biz bunu örnek alırız. Koltuklarımızı büyütmek yerine elimizi taşın altına sokma cesaretine sahip oluruz. En azından hangi gruptan - düşünceden olduğunu öncelikle tartmadan, her düşünceye saygı duyarız.
Hukuki açıdan sürece söylenecekler ise insanlık anlamında söyleneceklerden daha üzücü. İfade özgürlüğü, anayasal haklar akademisyenler için ne zaman uygulanacak diye beklemek yerine harekete geçme zamanı artık. Korku çağında yaşıyoruz doğru ama korkarak saklandığımız her gün bir gün sıranın bize de gelmesini bekliyoruz aslında...


http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/ingiliz-emperyalizmine-karsi-cikan-bir-ingilize-ingiliz-ajanligi-iftirasi-atan-ingiliz
http://www.sabah.com.tr/webtv/yasam/ingiliz-ajanin-inanilmaz-piskinligi

20 Şubat 2016 Cumartesi

Kendimize anlam katma çabası

Bazı cümleler çok iddialı oluyor sesli söyleyemiyor insan. Bazen tüm cümleler iddialı oluyor sonra insan düşünüyor düşünüyor konuşamıyor. Abartma sanatı ruhuna işleyenler ise her zaman bir şeyler buluyor tabi söyleyecek.
 
Bugün cumartesi film günü. Günün talihlisi de bu durumda Revenant oldu. Leo Oscar alacakmış haftaya, izlemesek olmaz, film 3 saat nasıl zaman ayırıcam şimdi ona derken, erkenden kalkıp tertemiz yaptığım evimde gönül rahatlığıyla izleyebilirim Leo'yu dedim artık. Gönül rahatlığı derken lafın gelişi söylüyorum, kafam çok bozuk.
 
Revenant'la su gibi geçen 3 saatin sonunda neden ödüller Eddie'ciğime değil de Leo'ya gidiyor anladım tabi. Oturdum düşündüm sonra. İntikam nedir, acı yenen bir yemek midir vs. Sabah aldığım dergiden bir de Haydar Ergülen yazısı okumak tuz biber oldu üstüne arkaya da Bülent Ortaçgil gelmiş. eee artık bir şeyler söylemesek olmazdı. Biraz sohbet ettim yani bunlarla anlayacağınız bugün. Kendimize anlam katma çabalarımızı hatırlattılar bana. Kızdıklarımızda sevdiklerimizde nefret ettiklerimizde tanımladığımız bir ben vardı. Bazı tanımları çok sevip okumak isterken buluyormuşum kendimi mesela.
 
Kendimize anlam katma bağımlılığı da olabilir hayatlarımızda. Kalıplarımızın içinde sıkışmışlıklarımızla saatler geçiriyor da olabiliriz. Ama kafayı bir şeye takmanın keyfine doyamayanlardanım ki en zor zamanlar hep keyifli anılara dönüşmüştür bende. Tutkuyla yaşanan acılara da saygı duyuyorum bu yüzden. Gelsin, düşelim, güçlenelim, yaraların nasıl iyileştiği mucizesini görelim.
 
Haydar Ergülen mizacı da var ya hani bazen, işte o olmalı diyorum hayatta da. Yüzün gözün mü kanıyor aynaya baktığında kendini bu halinle de tanımanın keyfini de sürebilirsin mesela. Kendime anlamımı böyle buluyorum ben. En çirkinleştiğinde bile zaman aynaya bakıp kendimin bu halini de görüp anlamaya çalışıyorum. Dinliyorum. Teselli aramıyorum ama kendime acımıyorum da, sadece anlamak istiyorum.
 
Kalbini acıtan şeyler var bazen hayatta. Kalbini gerçekten fiziksel olarak acıtan şeyler. Bir hafta kalp krizi mi geçiriyorum şimdi seviyesinde hissederek de yaşayabilirsiniz bazen bu acıyı. Ve kalp sağda gördüğünüz gibi bir organ. Yaşarken atıyor ölümüne, ölünce duruyor, geriye de bir şey kalmıyor. Anlarsak belki bir gün kalbimiz de acımaz - aklımız da. Çay koyalım, (veya rakı duruma göre), iki çift laf edilim senle.
 
"Nerden başlasam nasıl anlatsam?"
 
Derya

2 Şubat 2016 Salı

Hayatı bir yarıştan ziyade, "dans etmek" olarak tanımlayanlar ve her anından keyif alanlar için...
Sevgilerimle,